Dün Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde düzenlenen liderler zirvesi, sadece diplomatik bir buluşma değil; Ortadoğu’nun vicdanında yankılanan yeni bir dönemin habercisiydi. Gazze’nin geleceği, bölgede barışın yeniden tesis edilip edilemeyeceği ve kimin gerçekten adaletin safında durduğu bu zirvede bir kez daha ortaya çıktı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Mısır’a gidişi, Türkiye’nin bölgesel liderlik iddiasını yalnızca diplomasi masasında değil, insanlık vicdanında da tescilledi. Zira Erdoğan, bu süreçte masaya oturan değil; masayı kuran, gündemi belirleyen ve inisiyatifi elinde tutan tek liderdi.
Gazze’nin Küllerinden Doğacak Bir Dönem mi, Yoksa Yeni Bir Tuzak mı?
Gazze bugün yeryüzünün en büyük vicdan sınavıdır. Yıllardır abluka altında tutulan, çocukların yıkıntılar arasında büyüdüğü bu kadim toprak, artık savaşın değil, direnişin sembolüdür. Ancak zirvede konuşulan başlıklar gösteriyor ki, Gazze’nin geleceği hâlâ büyük güçlerin hesap oyunları arasında sıkışmış durumda.
Sözde “yeniden inşa” adı altında planlanan her adım, eğer sahadaki direnişi yok sayarsa, Gazze’yi betondan bir hapishaneye dönüştürme riski taşır. Gerçek barış, Filistin halkının onurunu korumakla mümkündür; betonla değil, adaletle yükselir.
Erdoğan’ın vurguladığı da tam olarak budur:
Gazze’nin geleceğini konuşurken masada Filistin halkı yoksa, o masa meşru değildir. Türkiye, sadece insani yardımıyla değil, siyasi kararlılığıyla da bu davanın içinde olacaktır. Çünkü Gazze meselesi, yalnızca Filistin’in değil, ümmetin namusudur.
Netanyahu’nun Yokluğu: Sessizlik mi, Kaçış mı?
Zirveye İsrail Başbakanı Netanyahu’nun katılmaması dikkat çekiciydi. Resmî gerekçe ne olursa olsun, bu yokluk aslında bir utancın, bir korkunun ifadesidir. Çünkü dünya kamuoyu artık gerçeği görüyor: İsrail, güvenlik bahanesiyle bir halkı topyekûn yok etme politikasını sürdürüyor.
Erdoğan’ın zirvede verdiği mesaj netti: “Gazze’nin sesi susturulamaz.”
Bu duruş, yalnızca Filistin’e değil, insanlığa sahip çıkan bir liderlik anlayışının göstergesidir.
Yeni Dönemde Türkiye’nin Rolü
Türkiye artık bu süreçte seyirci değil, belirleyici konumda.
Gazze’nin yeniden inşasında Türk mühendisinin eli, Türk doktorunun duası, Türk diplomasisinin ağırlığı olacak. Ama daha önemlisi: Türk adaletinin sesi olacak.
Erdoğan, her fırsatta dile getirdiği “dünya beşten büyüktür” anlayışını, bu zirvede fiilen sahaya taşıdı. Çünkü mesele yalnızca barış çağrısı yapmak değil; adaleti kurumsallaştırmaktır. Türkiye bu anlamda hem İslam dünyasının hem de vicdanlı Batı toplumlarının ortak buluşma noktasıdır.
Gazze’nin yeniden ayağa kalkması için Türkiye’nin sunduğu formül açıktır:
•Siyasi çözüm Filistinlilerin iradesiyle şekillenmeli.
•Yeniden inşa süreci dış müdahaleden bağımsız yürütülmeli.
•İnsani yardımların denetimi, uluslararası değil, bölgesel vicdana emanet edilmeli.
Bu üç madde, Türkiye’nin Gazze’ye değil, geleceğe attığı imzadır.
Batı’nın Çifte Standardı ve İslam Dünyasının Sorumluluğu
Batı, Gazze’de yaşananları “trajedi” diye adlandırırken, aynı anda silah satışlarını artırmaya devam ediyor. İnsan hakları savunuculuğu maskesiyle zulme sessiz kalan bu ikiyüzlülük, aslında Gazze’nin değil, Batı’nın sınavıdır.
İslam dünyasına düşen ise, artık sessiz kalmamak. Zirvedeki tablo gösterdi ki, Erdoğan dışında bu meseleyi yüksek sesle savunan, siyasi bedel ödemeyi göze alan başka bir lider yok. Türkiye’nin öncülüğü, sadece diplomasi değil, bir ahlak meselesidir.
Sonuç: Masada Değil, Vicdanda Kazanılacak Bir Barış
Mısır zirvesi, tarihin akışında yeni bir sayfa açtı.
Gazze’nin geleceği artık yalnızca tanklarla, roketlerle değil; kalemle, diplomasiyle ve vicdanla yazılacak.
Ancak bu yazının başlığı şimdiden belli:
Ya adaletin tarafında duracağız, ya da tarihin yanlış sayfasında kalacağız.
Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde, bu tercihini çoktan yaptı.
Gazze’nin çocukları için, mazlumun duası için, ümmetin onuru için…
Bu yol, geri dönüşü olmayan bir yoldur.
Ve Türkiye, bu yolda yalnız değil; hakla beraberdir.




YORUMLAR